Budapeşte’de bir haftasonu
- gunoral

- 20 Tem
- 5 dakikada okunur

Meslek gereği çok farklı ülkelerden insanlarla zaman zaman bir araya geliyorum. Bu vesile ile birçok kültürü daha oralara gitmeden kısmen tanıma şansım oluyor. Macaristan ise bu konuda biraz geriden takip ettiğim bir yer. Sadece bir Macar tanıdığım oldu, o da bir iki merhabadan başka sohbetimin olmadığı bir karakterdi. Yıllar önce Romanya’da Macar gulaşı yemiş ve çok çok beğenmiştim, bu nedenle Macaristan’a yönelik merakım hep olmuştu.
Serin bir Mart günü evde vakit geçirirken bilinen bir havayolu şirketinden indirimli bilet kampanyası e-postası aldım. Hemen bir araştırma, Budapeşte’ye 3 kişi gidiş dönüş iyi bir fiyat yakaladım, ama seyahat tarihi Haziran’da. Bir saati bulmayan düşünme ve değerlendirme sürecinin ardından Cuma gidip Pazar dönüş şeklinde biletleri aldım ve konuyu zihnimin buzdolabına kaldırdım.
Seyahat vakti yaklaşınca seyahat ekibimizin plancısı eşim Sedef oğlumuz Bora’nın keyifli vakit geçirmesinden nereleri görmemiz gerektiğine, nerede konaklamamız gerektiğinden yıllık hava tahmin raporuna kapsamlı bir plan hazırladı. Ben de havalimanından kalacağımız yere gidiş-geliş ve diğer ulaşım konularını ve elbette neler yiyeceğimi planladım.
Uçuş günü Sabiha Gökçen Havalimanı’na doğru yola çıkmadan önce son kontrol olarak otopark bilgisine baktım ve elbette hüsran - otopark dolu. Daha önce başka bir gezimizde kontrol etmeden havalimanına ulaşıp otopark dolu olduğundan çevreyi dolaşmış, tüm otoparkların dolu olduğunu hayretle görüp metroyla havalimanına bir durak mesafede bulunan bir özel otoparkı kullanmıştık; bu kez direkt oraya gidip aracı bıraktık ve yolumuza metro ile devam ettik.
Uçuşumuz Bora’nın sabah başlayan mini 3 yaş krizi ve artçısı çerçevesinde biraz zorlu geçti. Bilindiği üzere 2 yaşa kadar çocuklar bir yetişkinin kucağında ilave kemer ile yolculuk yapıyor, 2’den sonra ise kendi koltuğunda kemerini takması bekleniyor. Bora bu konuda sivil havacılık yetkilileri ile aynı fikirde değil. Oyalamak için oyuncak ve kitaplar çok şeker öneriler, ama olmayınca olmuyor. Biz yukarıdaki ışıkları yakıp söndürerek ve elbette Peppa ile bunu atlattık. Budapeşte’ye ulaştığımızda havasından mı suyundan mı bilinmez Bora biraz keyiflendi. Orada da Sedef’in telefonunu uçakta unutması ile 2 saati bulan bir bekleme süreci bizi yordu. Havalimanından şehir merkezine otobüs ile ulaşılabiliyor. Otobüs bileti çeşitli uygulamalarla online alınabildiği gibi durağa yakın bir ofisten de temin edilebiliyor, kişi başı 2500HF - yaklaşık 250 TL. Otobüsle yolculuğumuz haşinlikte yurdumuzu aratmayan şoförün manevralarıyla oldukça hareketli geçti. Sonunda kaza geçirmeden şehir merkezine ulaştık ve duraktan 10 dakika yürüme mesafesindeki evimize geçtik. Mozsar Sokak’ta bulunan evimiz eski bir binanın içinde yeni renove edilen keyifli bir daireydi. Burası aslında merkeze 15 dakika yürüme mesafesinde, Oktagon metro durağına yakın sessiz bir muhit. Etrafta tiyatro ve opera binaları bulunmakta.

Maceralı başlayan Budapeşte seyahatimizin ilk hedefi karnımızı düzgünce doyurmak oldu. Bunun için internette gördüğümüz yorumları boş verip ev sahibimizin önerisini dikkate aldık ve hemen arka sokakta bir restoranda yemek yedik. Yemeğime elbette Palinka ile başladım. Bu boğma rakı benzeri içecek, çeşitli meyvelerin hafif çürütülüp alkollendirilmesi, ardından iki tur kaynatılıp imbikten geçirilerek damıtılması ile elde ediliyor. Sırbistan’ın rakija’sı, Romanya’nın vermutu, Slovenya’nın da yine Palinka’sı bulunuyor. Yemeğe bununla başlamak benim tercihim, aslında dijestif olarak da düşünülebilir. Ben önden bir tat patlaması şeklinde seviyorum, özellikle armut tercihim. İlk günümüzün yemeği bendeniz için pişi benzeri bir ürün olan Langos oldu, üzerinde birkaç parça et, kırmızı soğan ve fırında pişmiş sarımsak vardı. Sedef de bir salata aldı, ve yeşilliği, domatesi, sosu tüm ürünleriyle tadı damağımızda kaldı. Yemek sonrasında hemen bir dondurmacı bulduk ve Bora’nın da gönlünü hoş ettik. İlk günümüz şehir merkezinde bir çocuk parkı bulup Bora’yı yormak, ardından başka bir parkta açık hava konseri izlemekle devam etti.

Cumartesi gününe ünlü New York Cafe’de muhteşem bir kahvaltı ile başladık. Hem iç dizaynının verdiği his hem de oldukça iyi yemekleriyle günün başlangıcı harika oldu. En güzel tarafı da hemen yanımızda bulunan piyanoyu çalan sanatçının Bora’nın ilgisine samimiyetle karşılık vermesi, nereli olduğumuzu öğrenince de hemen Üsküdar’a Giderken’i çalması oldu. New York Cafe’den oldukça memnun kaldık. Ama belirteyim, biz saat 08:30’da oradaydık, hemen içeri girebildik, ayrılırken ise kapıda 5-6 masalık bir sıra oluşmuştu. Haftasonumuzun en yüksek restoran hesabını ödeyip mekandan ayrıldık. Kahvaltıdan sonra Buda kalesini görmek üzere Tuna boyuna ilerledik ve Chain Bridge’den yürüyerek geçtik.

Bu köprü 19.yy’da inşa edilmeden önce şehrin iki yakası yüzer bir ponton köprü ile birbirine bağlanıyormuş, kış aylarında nehrin iki yakasında buzlar oluştuğundan karşıya geçmek mümkün olmuyormuş. Şimdilerde bu köprü üzerinde oldukça yoğun bir turist trafiğinden bahsedebiliriz. Fünikülerde uzun süre sıra bekleyip online aldığımız biletleri görevliye göstererek tepeye çıktık ve bu süreçte bebek arabası ile büyük zorluk yaşadık. Hiç bir yerde bebek arabası için bir sistem görmedik, engelli vatandaşlar ne yapıyor bilemedim. Füniküler beklemek istemeyenler için tepeye servis de var.

Buda kalesine çıkıp oradaki bir parkta gördüğümüz sanatçının klarnet ezgilerini dinlerken hafifçe dinlendik ve yemek için Jamie’s’e geçtik. Macaristan’da İtalyan yemeği mi? Evet, çünkü Bora bu seyahatimizde yemek yememe kararı almıştı, bari pizza ile kandıralım dedik. Burada Türkiye’den daha uygun bir hesap ödedik. Buda Kalesini görüp buradaki turumuzu tamamladıktan sonra fünikülerle aşağı indik ve karşıya geçip tekneyle bir Tuna turu aldık. Tuna boyunca yaklaşık 45 dakika süren turumuz oldukça keyifli geçti. Yaklaşık 120 TL olan biralarımız buz gibiydi.

Tur sonrası Bora’nın saatleri başladı, onu eğlendirmek için geldiğimiz Varosliget Parkı çocukla vakit geçirmek için mükemmel bir yer. Çok sayıda oyuncak ve kum oynama alanlarıyla iki saatten fazla süren oyunun ardından bu güzel parktan güçlükle ayrıldık. Park içerisinde her tür eğlence var. Latin dansları partisi, bisiklet cambazlığı yapanlar, basketbol topu ile dans edenler, ve bunlar paralı gösteriler değil, sadece bundan keyif alıp eğlenen gençler. Bu konuda bizdeki parklarda yeni yeni açılan kaykay alanlarını, Caddebostan sahilde bulunan ksilofonlu parkı çok beğeniyorum. Çocukların özgürce bağır çağır oyun oynadığı yerler daha da artmalı.

Parktan sonra yemek için belirlediğimiz Gundel Restoran’da yine iyi bir yemek, yine canlı piyano, yine makul bir hesap. Cumartesi günü de yorgunlukla ama keyifle sona erdi.

Pazar günü öğleden sonra uçuşumuz olduğundan evde yapılan kahvaltı, yarım saatlik bir yürüyüş ve kahve molasının ardından yola çıktık. Dönüş yolculuğunda da uçakta kemer krizimiz yaşandı, yolun sonu zor geldi. İlginçtir, bu yolculukta canımıza okuyan Bora bu seyahatten bir ay sonra kemerini takıp uslu uslu yolculuk yaptı. Belki de konu çocuğun o günkü ruh haliyle ya da artık yıldızlar, mitoloji ne varsa onunla değişkenlik gösteriyor.

Budapeşte seyahat planlarına eklenmesi gereken, tek sefer değil arada sırada uğranması gereken keyifli bir destinasyon.
Macaristan’dan notlar:
Budapeşte her anlamda temiz bir şehir. Sokaklarda koku ve çöp yok. Gece dışarı çıkmadık ama genel olarak iyi olduğunu düşündürdü.
Otobüs ve metro ağı yeterli, ulaşım konusunda sorun yaşamadık. Dünyanın en eski metrolarından biri burada, görülmeli.
Aslında şehir çocuk ile gidilebilecek bir yapıda, parklar harika. Ama füniküler ve metro kullanımı bebek arabasıyla oldukça zor. Ben uzun merdivenleri kucağımda bebek arabasıyla inip çıkmak zorunda kaldım.
Yemekler genel olarak çok iyi, ama etler iyi değildi, genelde çok sert ve tatsız. Bu anlamda Macar gulaşını bizim Nevşehir testi kebabı ya da Beypazarı güvecinden birkaç basamak aşağıda değerlendiriyorum. Salatalar ise oldukça iyiydi, taze ve tadı güzel ürünler. Restoran atmosferi ise her girdiğimiz yerde çok çok iyiydi.
Trafik İstanbul gibi, gürültülü ve haşin. Otobüste ayakta seyahat edilmemeli.
2 gün yetmiyor, en az 3 günlük bir ziyaret düşünülmeli. Sadece sokaklarda dolaşmak bile çok keyifli.
Tuna nehri üzerinde kısa da olsa bir tekne turu alınmalı. Değer.




Yorumlar